TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Su Kıtlığı

AGRONEWS - Su Kıtlığı haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Su Kıtlığı haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Bandırma’da su krizi kapıda Haber

Bandırma’da su krizi kapıda

Balıkesir’in Gönen ilçesinde, Bandırma’nın içme suyunu karşılayan Gönen Barajı’nda doluluk seviye kritik seviyelere kadar indi. Bandırma içme ve kullanma suyunu sağlayan Gönen Barajı’nda, hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde ve yağışsız geçmesi, tarımsal sulamanın artışı ve nüfusa bağlı olarak suyun kullanımın artması nedeniyle barajdaki suyu seviyesi yüzde 14. 61 seviyelerine kadar indi. Gönen Barajı’nda doluluk oranı Temmuz sonlarında yüzde 51.96’da iken, 19 Eylül 2024 tarihinde barajdaki su seviyesi yüzde 14,61 seviyelerine kadar geriledi. Uzmanlar, 2030 yılına kadar dünya genelinde su sıkıntısının ciddi boyutlara ulaşacağı konusunda uyarıda bulunuyor. Su Danışmanı Emekli Akademisyen Burhan Arıker ile yapılan özel röportajda, su yönetimi ve gelecekte yaşanması muhtemel krizler ele alındı. Arıker: "Suyun yolculuğu ve alınması gereken önlemler" Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma programının 2030 yılında sona ereceğini hatırlatan Arıker, “Dünyanın 2’inci büyük Fransız su yönetim şirketi Wivendi’ye göre 2030’dan sonra su, dünyanın en büyük sorunu olacak. Hatta şu anda dünya genelinde 400 noktada su savaşı yaşanıyor. Türkiye de bu tehlikenin farkında. Orman Bakanlığı, su kriziyle mücadele için 2023 yılında 114 maddelik bir eylem planı yayınladı. Özellikle turizm sektörü için su verimliliği rehberleri hazırlandı. Ayrıca yeni su yasası üzerinde çalışmalar sürüyor” dedi. Su kaynaklarının verimli kullanılmasına dikkat çeken Arıker, “Barajlardan çeşmelere kadar suyun her aşaması titizlikle kontrol edilmeli. Su kalitesi sık sık incelenmeli, pompalar gözden geçirilmeli, isale hatları ve şehir şebekeleri bakım altında tutulmalı. Su kaçakları en aza indirilmeli ve su konusunda halk bilinçlendirilmelidir” ifadelerini kullandı. Ayrıca Arıker, yağmur suyu toplama ve gri su projeleri gibi alternatif su kaynaklarına da daha fazla yatırım yapılması gerektiğini vurguladı. "Bandırma’nın geçmişteki su krizini tekrar yaşamamalı" Arıker, Bandırma’nın yaklaşık 30 yıl önce yaşadığı su krizini hatırlatarak, “O dönemde şehirde su, saatli olarak bölge bölge veriliyordu ve tankerlerle su takviyesi yapılıyordu. Bandırma’da oturan 40 yaş üstü insanlar bu zor günleri çok iyi hatırlar. Bu kriz üzerine Gönen Barajı’ndan Bandırma’ya su getirilmesine karar verildi ve bu proje sayesinde Bandırma’ya uzun vadeli su temini sağlandı” dedi. Arıker, bu süreçte dönemin Belediye Başkanı Durgut Ergin’in büyük bir risk alarak belediye bütçesinin yaklaşık 10 katı borca girdiğini belirtti. "Danışmanlığını yaptığım proje, belediyenin hazine garantili uluslararası ihaleye çıkmasıyla 40 kilometrelik CTP boru hattı döşendi ve Bandırma’ya su sağlandı" diye ekledi. Arıker: "Tedbirlere bugünden başlamalıyız" Wivendi eski Türkiye yönetim danışmanı Emekli Akademisyen Burhan Arıker, Bandırma’nın su krizini yeniden yaşamaması için halkın eğitilmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca yeni binalarda su depoları yapılması, depoların yanlarına yangın hortumları alınması ve su kaynaklarının verimli kullanılması gibi adımların atılmasının şart olduğunu belirtti. “Bandırma halkı 30 yıl önce yaşadığı susuz günleri tekrar yaşamamalı” diyen Arıker, su isale hattı yanında kurulan organize sanayi bölgelerinin su ihtiyaçlarının da dikkate alınarak bölgede geniş araştırma yapılması ve bu bölge için göçü önleme projesi yapılması gerektiğine dikkat çekti.

İzmir barajlarında tehlike: Haber

İzmir barajlarında tehlike: "Son yılların en düşük seviyesi"

Prof. Dr. Doğan Yaşar, "Son yılların en düşük seviyesi. İzmir’i gerçekten ciddi bir tehlike bekliyor, çok dikkatli olmak zorundayız. Hiç bir şekilde hazırlığımız yok" dedi. Türkiye genelinde sıcaklığın artması ve yağış ortalamasının düşmesi barajları da etkiledi. Türkiye’nin 3. büyük şehri İzmir’in barajlarında da tehlike çanları çalmaya başladı. Kentin içme suyu ihtiyacını karşılayan Tahtalı Barajı’nda su seviyesi yüzde 28 seviyelerine geriledi. Aynı barajda 2023 yılında doluluk oranı yüzde 39.87 olarak kayıtlara geçerken, bölgede suların çekildiği görüntüler ise görenleri üzdü. Yerleşim yerlerinin iyice ortaya çıktığı barajdaki görüntüler, su tasarrufunu da her zamanki gibi yeniden gündeme getirdi. Deniz Bilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar, geçen sene yağışların daha fazla olduğunu söyledi. 2020’den sonra ciddi bir kuraklık dönemine girildiğini ifade ederek, "Geçtiğimiz sene 2023 yılında, Türkiye genelinde yüzde 12 gibi fazla yağdı. Çok güzel bir yağış aldık; ama Güneybatı Ege yağış almadı maalesef. İşte bu nedenden dolayı su açısından hem tarım hem kullanma suyu açısından biraz zorluk çekiyoruz" dedi. "Son yılların en düşük seviyesi" Tahtalı Barajı’nın son verilerine değinerek dikkatli olunması çağrısını yapan Prof. Dr. Doğan Yaşar, "Kullanma suyu olarak İzmir’de bizim ana barajımız Tahtalı Barajı’dır. 2020’den sonra beklediğimiz gibi ciddi bir kuraklık döneme girdik zaten. 2020 yılında yüzde 12 eksik yağdı, 2021’de yüzde 9 eksik yağdı, 2022’de tekrar yüzde 12 eksik yağdı; yani barajlar çok düştü. Şu anda yüzde 28 gibi çok ciddi düşük, son yılların en düşük seviyesindeyiz" diye konuştu. "İzmir, çok dikkatli olmak zorunda su kullanımında" Doğan Yaşar, "Yüzde 28, 80 milyon metreküp şu anda Tahtalı’da kullanabilir su var; yani o da iyi bir rakam aslında. Nüfusun artması nedeniyle fakirlik sınırına doğru yanaşıyoruz; ama İzmir 600 metreküple fakirin de fakiri. Bu nedenle İzmir, çok dikkatli olmak zorunda su kullanımında; ama biz bunu maalesef pek bu hassasiyeti belediyede görmüyoruz. Yüzde 70’lerde dolu olan bir Tahtalı Barajı’ndan, 2021’lerde dahi biz hala ısrarla yer altından su çektik. Hep yer altından, hep kuyulardan çektik ki İzmir’in suyunun yüzde 55’i zaten hep yer altından geliyor. Gerek yoktu. Biz bunları yüzde 70 doluyken Tahtalı’dan çekebilirdik; çünkü yüzde 70 doluluk demek bütün suyu Tahtalı’dan çekseniz belki 1,5 yıl boyunca size yetecek su var. Çok devasa bir oran bu" ifadelerine yer verdi. "Tamamen Tahtalı’dan kullanılırsa 4 ay, diğer kaynaklarla 8 aya kadar su var" İzmir için yüzde 28 oranı değerlendiren Prof. Dr. Doğan Yaşar, tamamen Tahtalı’dan kullanılırsa 4 ay, diğer kaynaklarla birlikte 8 aya kadar su kullanılabileceğini aktardı. Doğan Yaşar, "Yüzde 28, 80 milyon metreküp. Şu anda İzmir, yaklaşık 700 bin metreküp kullanıyor günde, o civarlarda. Bazen 600, bazen 750-700 bin olarak hesaplasak şöyle tamamen Tahtalı’dan kullanmak şartıyla en azından 4 ay gider; ama zaten diğer kaynaklarda var. 7-8 ay rahat suyumuz var. Burada suyu bugün için konuşmayalım; çünkü nüfusumuz çok daha artacak. Biz Tahtalı Barajı’nın dibini gördük 2007-2008 yılında. Yüzde 2’ye düştü. O günden bugüne İzmir nüfusu 750 bin daha arttı; yani çok ciddi rakam bunlar. Önümüzdeki 15 yıl sonra doğal olarak tekrar bir kurak dönem gelecektir. O zaman çok daha fakirleşeceğiz" şeklinde konuştu. "İzmir’i gerçekten tehlike bekliyor" Alınması gereken önlemlere de değinen Prof. Dr. Doğan Yaşar, şöyle devam etti: "İzmir Büyükşehir Belediyesinin planlar yapması lazım; A, B ve C planları. Hiçbir şekilde hazırlığımız yok. Bir anda ne yağış kalacak 6-7 yıl içinde, hiçbir şey kalmayacak. Bu nedenle belediyenin bütün bunları hesaplaması lazım; yani biz şu anda doğal süreçte kurak dönemdeyiz. Benim hep önerim şudur; ihtiyacımız yok; ama mutlaka bir deniz suyu arıtma projesini yapmamız lazım ve rafta durması lazım. Su da tasarruf olmaz, verimli kullanırsınız. Su demek; devlet demektir. Suyun bittiği gün devlet biter. Dünyadaki bütün medeniyetlerin bitiş nedeni; yani sonların geliş nedeni kuraklıktık, soğumadır, susuzluktur ve tabi gıdasızlıktır. Bu nedenle bizim su da çok çok dikkat etmemiz lazım. Şuanda İzmir’i gerçekten tehlike bekliyor. Geçtiğimiz sene Süper El Nino başladı. İşte bu sıcaklığın nedeni o. Bunun arkasından La Nina gelir. El Nino dediğimiz, yaramaz oğlan çocuğudur İspanyolca’da. La Nina ortamı soğutur. Soğuduğu zaman da kuraklık başlar. İşte o zaman yağmurlar kesilince işimiz çok çok zor." Diğer barajların ise doluluk oranları şöyle; Balçova Barajı yüzde 68,3, Gördes Barajı yüzde 11,3, Ürkmez Barajı 41,15, Güzelhisar Barajı 81,61, Alaçatı Kutlu Aktaş Barajı 34,31.

Bakan Yumaklı’dan ‘su’ mesajı: “Su fakiri olabiliriz” Haber

Bakan Yumaklı’dan ‘su’ mesajı: “Su fakiri olabiliriz”

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Adana’da ‘Sektör Paydaşları ile Toplantı’ya katıldı. “Sahanın röntgenini çekiyoruz” Burada konuşan Bakan Yumaklı, “Türkiye yüzyılı hedeflerimiz büyük. Türkiye yüzyılı vizyonu açıklandığı andan itibaren bizler de görevimizi icra etmek için sessiz devrimler olarak nitelenen konuları Türkiye’nin gündemine getirdik. Türkiye’nin dört bir tarafından üreticilerimiz ile bir araya gelerek üretimin yapıldığı alanları ve dinamikleri paylaşma imkanı buluyoruz. En yaygın taşra teşkilatı olan bir bakanlık olarak karşılıklı istişareler bizler açısından faydalı. Bu ziyaretlerimize devam ediyoruz. Sahanın röntgenini çekiyoruz. Bugün tarımın başkenti Adana’dayız. Tarımın her zaman için stratejik bir sektör olduğu herkes tarafından söylenir oldu. Elbette tarımsal üretimin sadece gıda arz güvenliği açısından değil sanayimizin de önemli bir ham madde kaynağı olması, ekonomimizin çarklarını çeviren önemli bir sektör olması herkes tarafından kabul edilmiş bir husus” ifadelerini kullandı. “Tarım sektörü çok çabuk etkileniyor” Tarım sektörünün birçok sektöre göre olumsuzluklardan daha çok etkilendiğini aktaran Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, “Tarım sektörünün içerisindeki dinamiklerin çokta göz ardı edilebildiğini görüyoruz. Son dönemlerde oradaki emek ve gayretin tarımsal üretimle alakalı dinamiklerin herkes tarafından bilinmesi önemli. Çünkü tarımsal üretimde sizlerin kontrol edebildikleri ve edemedikleri var. 2 sene önce herkes maske takıyordu. Çok hızlı unutuyoruz. Dolayısıyla iklim değişiklikleri, göç, farklı konjonktür konular, ülkeler arasındaki anlaşmalar bizi etkileyebilir. Tarım sektörünü diğer sektörlerden çok daha hızlı etkileme potansiyeli var” diye konuştu. “Tarım altyapısını korumak gıda güvenliğini korumaktır” Adana’nın tarım altyapısının son 22 yıldır çok güçlendiğini vurgulayan Bakan Yumaklı, daha sonra şunları söyledi: “Son 22 yıldır Adana’nın tarım altyapısı güçlendirilmiş vaziyette. Yaklaşık 85 milyar liralık bir yatırım yapıldı. Su alanında 42 milyar liralık bir yatırım ile tesis ve alan kazandırılmış durumda. Kırsal kalkınma desteklerimiz herkesin malumu. 398 milyon adet fidan toprakla buluşturulmuş. Adana’da toplam alanı 4,5 milyar dekar alan Çukurova ovası koruma altına alınmış durumda. Bütün bunları gıda arz güvenliğimiz olarak görüyoruz. 21 ürünün coğrafi işaret tescili var. Marka konusunun son derece önemli olduğunu, üretmenin ve bunları katma değerli satabilmek çok daha önemli. Bizler gerçekten devrim niteliğinde olan uygulamaları hayata geçirmek için çalışıyoruz. Tarım kanunu yapıldı ve kullanılmayan tarım arazilerinin yeniden ekonomiye kazandırılması, sözleşmeli üretim gibi konular artık yasal düzenleme ile birlikte farklı bir yönüyle hayatımıza girmiş oldu. Bunların arasında çok uzunca bir süredir tarım sayımında TÜİK ile beraber çalışmamız sürüyor. Türkiye gibi tarımsal üretimin çok çeşitli olduğu bir ülkede bunun altyapısını hazırlamadan yapılan uygulama doğru sonuç vermeyecektir. Bu hazırlık süreci olmazsa olmaz. Hayvancılık yol haritası açıklandı. Burada özellikle planlı üretim, gençlere ve kadınlara pozitif ayrımcılık gibi hem bitkisel hem hayvansal hem de su üretiminde tek tek paylaşıyoruz. 5 ana unsur üzerinde tarımsal üretimin yol haritasını çizmiş durumdayız. Bunların da bu sektöre yatırım olarak dönmesi önemli.” “Su zengini bir ülke değiliz” Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığını vurgulayan Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, “Geçen sene Emine Erdoğan’ın öncülüğünde su verimliliği seferberliğini başlatmıştık ancak 6 gün sonra deprem oldu. O nedenle ara verdik ve yılın son çeyreğinde çalışmalara tekrar başladık. Su verimliliği seferberliğini ortaya koyduk. Bunun sadece sosyal bir proje olduğu düşünülüyor ama bu hayati bir konudur. Akdeniz kuşağında en çok etkilenecek ülkeler arasında Türkiye’nin olması nedeniyle bütün faaliyetlerimizde suyu merkeze alıyoruz. Türkiye’de kişi başına bin 313 metreküplük su kapasitesi var. Hiçbir şeye dokunmayıp bu şekilde devam ederse 2,5 katrilyonluk su ile yatırımını olan bir ülkenin 2030’lu yıllarda su fakiri olması muhtemel. Bunu durduramayız ama yönetebiliriz. Bundan sonraki dönemde de sizlerde sıklıkla göreceksiniz. Suyun 77’sini kullanan tarım ve yüzde 13’ünü kullanan sanayi sektörü olmak üzere bütün herkes faaliyetlerini yeniden düşünmek durumunda. Üretim açısından son derece bilgi ve tecrübe seviyesi yüksek illerde çok daha kolay algılanabileceğini düşünüyorum” diye konuştu. Ayrıca Bakan Yumaklı, Adana’ya yapılacak yatırımlardan bahsetti. Konuşmanın ardından toplantı basına kapalı devam etti. Toplantıya Adana Valisi Yavuz Selim Köşger, milletvekilleri ve tarım sektörü temsilcileri ile çiftçiler katıldı.

Burdur'daki baraj su seviyelerinin çoğu yüzde 50'nin altında kaldı Haber

Burdur'daki baraj su seviyelerinin çoğu yüzde 50'nin altında kaldı

Burdur Gölü kuraklık nedeniyle yüzde 30’unu kaybederken çevre havzasındaki göller çöle döndü. Burdur'daki barajların su seviyelerinin çoğu yüzde 50'nin altında kaldı. Dünya üzerinde gerçekleşen iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerden biri olan Burdur Gölü ve çevre havzasındaki göller günden güne su kaybetmeye devam ediyor. En dolu olduğu 1971 yılından bugüne kadar yaklaşık yüzde 30’unu kaybeden Burdur Gölü’nün yakın havzasında bulunan Yarışlı ve Karataş Gölü adeta çöle dönmüş durumda. Son yıllarda kış aylarında görülen yağışın yetersiz olması nedeniyle beslenemeyen Yarışlı ve Karataş Gölü ilk bahar aylarında aldığı yağışlarla bir miktar su toplasa da yaz aylarında yaşanan aşırı sıcak havalar ve tarım faaliyetleri nedeniyle topladığı suyu kaybederek tamamen kurudu. Gölleri besleyen derelerin üzerine kurulan ve tarım faaliyetlerinde kullanılması için yapılan barajlarda da durum pek iç açıcı değil. Yağışsız geçen kış aylarında iyice çekilen 15 barajdan sadece 6 tanesinin doluluk oranı yüzde 50’nin üzerinde. İklim değişikliği nedeniyle yaşanan kuraklık dünyaca ünlü Salda Gölü’nü de tehdit ediyor. Dünyanın her yerinden turist akınına uğrayan ve NASA tarafından bile Mars gezegeninde bulunan Jezero Krateri’nde bulunan eski bir göle jeolojik ve mineralojik bakımdan benzeyen dünyadaki tek göl olma potansiyeline sahip göl olarak nitelendirilen Salda Gölü kuraklıkla savaşan göller arasında. Burdur’da bulunan en büyük dört gölün eşel kotlarına bakıldığında Burdur Gölü 837,33 metre, Salda Gölü 1133,80 metre ölçülürken Yarışlı ve Karataş Gölü’nde kotlar sıfır olarak ölçüldü. Barajlara bakıldığında ise Karacaören Barajı 250,50 metre, Yapraklı Barajı 1045, 55 metre, Kozağacı Barajı 1539,50 metre Karaçal Ali Kılcı Barajı ise 942,20 metre olarak ölçüldü. Burdur Gölü, Karataş Gölü ve Karaçal Barajı’ndaki su seviyelerinde yaşanan azalmalar havadan çekilen dron kamera görüntülerinde kuraklığın boyutunu gün yüzüne çıkardı. Tekne turu faaliyetlerinde kullanılan Burdur Gölü’ndeki iskele suyun 20 metre dışında kalırken balıkçılık faaliyetleri yapılan Karataş Gölü’nde kullanılan balık ağları toprak yüzeyde çürümeye mahkum edilmiş durumda. 2014 yılında kurulan ve Burdur Gölü havzasında yaşanan kuraklığı dünya gündemine taşımak amacıyla farklı çalışmalar yürüten Ekosistemi Koruma ve Burdur Gölü’ne Hayat Verelim Derneği Başkanı Doktor Süleyman Faki bir önlem alınmazsa yaşanan kuraklık nedeniyle kuruyan bu göllerin ileride insan sağlığına zarar verebileceğini söyledi. Dernek tarafından yapılan çalışmaları anlatan Faki; “Burdur Gölü Burdur’a hayat veren bir sulak alan. Ancak son yıllarda yaşanan kuraklık ve su çekilmeleri nedeniyle Burdur Gölü kötü talihini maalesef henüz yenemedi. Bu konu ile ilgili devletimizin ve bakanlıkların çalışmaları, geçmiş dönemden bugüne kadar yapılan çalıştaylar, acil su eylem planları maalesef gölümüzün hala aynı noktadan daha geriye doğru gitmesine neden oluyor. Çünkü somut verilere bakıldığında bu gölün ve Türkiye’deki diğer göllerinde kurtarılması lazım. Değilse bize hayat veren bu göller maalesef gelecekte hem bizim sağlığımızı tehdit ediyor hem de kuraklığımıza neden olarak gıda ve diğer türlü bir takım ekolojik dengelerimizi maalesef altüst ediyor. Bu yüzden biz Burdur Gölü Ekosistemi Koruma ve Burdur Gölüne Hayat Verelim Derneği olarak bir çalışma başlattık. Daha önce rahmetli Şafak Türkel başkanımızın başkanlığında Burdur Gölü’nün bu kuraklığının kamuoyunda dikkat çekilmesi amacıyla “Göle Su Orucu, Göle Yas Belgeseli” çekimleri gibi faaliyetlerle dünya kamuoyunun da dikkatini çekmek üzere burada bir takım etkinlikler düzenlendi. Bunların faydası görüldü. Daha sonra devletimiz ilk olarak burada Türkiye’deki göllerin kuraklığının giderilmesi amacıyla acil eylem planında ilk olarak Burdur Gölü’nü plana kattı. O dönemlerden bugüne kadar bir takım çalışmalar yapıldı. Ama henüz yeterli olmadı. Tabi bir de buna iklim şartları, kuraklık ve diğer barajların yapılmasından dolayı suların Burdur Gölü’ne gelmeyişi nedeniyle Burdur Gölü artık gerçekten son yıllarda çekilmenin doruğuna ulaşmış noktada. Biz biliyoruz ki son 30 yılda Burdur Gölü kapasitesinin yüzde 30’unu maalesef kaybetti. Burdur Gölü’nde bulunan iskele bile 3-5 sene önce rıhtıma yanaşan teknelere binilmek için kullanılırken bugün çekilme nedeniyle yaklaşık 20 metre suyun dışında kaldı. Tabii gölün kurumasıyla birlikte gölün buharlaşmanın etkisi, çevre şartları, çevredeki ekolojik iklim ve bitki örtüsü, hayvancılık yapılan bölgelerdeki büyükbaş hayvanlara yönelik mısır ve yonca ekimine bağlı olarak bunların su istemesi artı gölün etrafında bir takım sondaj kuyularının açılması Burdur Gölü’ndeki maalesef bu dengeyi bozdu. Bundan sonra artık bu dengenin yağışlarla ve özellikle kar yağışlarıyla dengelenmesi lazım. Bu da tabi iklim şartlarına bağlı. İnsanlarımızın bu konuda ki şehrimizin hem sivil toplum kuruluşlarının hem idarecilerinin bu konudaki duyarlılığı ve bu konudaki çalışmaları artık gölümüzü kurtarmaktan öteye en azından aynı noktada tutabilirsek bu bizim için bir kazanç olacaktır diye düşünüyorum. Bu konuda da kamuoyunu bilgilendirmek, en azından farkındalık oluşturmak adına olması gereken çalışmaları yapıyoruz” dedi. Önceden yüzebildiğimiz bu göle şimdi sadece uzaktan bakıyoruz Gençliğinde Burdur Gölü’nün seviyesinin oldukça yüksek olduğunu ve göle yüzmeye geldiğini anlatan Dr. Süleyman Faki şimdi ise gölü sadece uzaktan iç çekerek izlediğini dile getirdiği konuşmasında, “Sadece Burdur havzası olarak değil Türkiye havzası ve dünya olarak da baktığımız zaman iklimde maalesef dengeler bozuldu. Bu dengelerin bozulmasından dolayı ve Antarktika’daki buzulların erimesi nedeniyle etkilerini her şekilde görüyoruz. Burada da yine aynı şekilde su çekilmeleri ve buharlaşma hızlı bir şekilde devam ediyor. Yerine de aynı şekilde bir yağış rejimi olmadığı için maalesef bu kuraklığı yaşamak durumunda kalıyoruz. Yarın çocuklarımıza, evlatlarımıza bu şekilde ki bir mirası bırakmak çok kötü bir şey. Biz çocukluğumuzda bu gölün kenarında yüzebiliyorduk, gelebiliyorduk. Hatta bu göl bir dönem üst kısımdaki Burdur-Fethiye Karayolu’na kadar ulaşarak rakımı 857 metrelere kadar çıktı ama şu anda 837 metre civarında bir rakımı var. Bu da büyük bir çekilmenin işareti. Yazın da suların aynı şekilde buharlaşması ile birlikte gölde bir su azalması da maalesef oluyor. Şimdi bu kötü manzarayı izleyerek eski günlerin güzelliğini hatırlıyoruz” şekilde konuştu. Dünyaca ünlü Salda Gölü de kuraklıktan nasibini aldı Burdur Gölü çevresinde bulunan Yarışlı ve Karataş gölünün artık bir çöl olduğunu, yaşanan kuraklıktan dünyaca ünlü Salda Gölü’nün de etkilendiğini de söyleyen Dr. Süleyman Faki, “Yarışlı bölgesi ve Karataş bölgesinde de bu bölgenin küçük havza gölleri diyebileceğimiz birikinti gölleri şeklindeki göllerimiz mevcut. Ama yağış ikliminin az olması ve kuraklığın yaşanması, bir de buna artı olarak barajların yapılmasıyla birlikte oradaki sular da belli alanlara çekilince orada da yapılan balıkçılık ve diğer canlı yetiştirilme olayı maalesef sona erdi. Bugün için de oralar bir kurak çöl noktasına geldi. Sudan eser yok. Tabi o diğer etkinliklerde yok oldu. Burdur için düşündüğümüz zaman bizim dünyaca önemli Salda Gölü’nde dahi su çekilme riski var. Burada yüzde 35 ise Salda Gölü’nde yüzde 5 oranında bir çekilme oranı var. Bunlara sahip çıkmak zorundayız. Hem turizm açısından hem iklim açısından hem ekonomi açısından hem de doğa güzelliği açısından bunların korunması gerekiyor” şeklinde konuştu.

Sinop’ta Toprağa Saygı Yürüyüşü Haber

Sinop’ta Toprağa Saygı Yürüyüşü

Sinop’ta “Türkiye Çöl Olmasın” sloganıyla “Toprağa Saygı Yürüyüşü” gerçekleştirdi. Sinop Uğur Mumcu Meydanı’nda bir araya gelen doğaseverler “Türkiye Çöl Olmasın” yazılı pankartla basın açıklaması düzenlendi. TEMA Sinop İl Temsilcisi Özgür Cebeci burada yaptığı basın açıklamasında küresel iklim krizine dikkat çekti. Cebeci, “İklim krizine dur demezsek sıcak hava dalgaları sıklığını ve şiddetini artıracak, buna bağlı olarak su varlıklarımız giderek azalacak ve bugün kişi başına düşen 1347 m3 su miktarı ile su kıtlığı çeken bir konumda olan ülkemizin, nüfus artışı ve su potansiyelindeki azalma ile birlikte 2030 yılından önce su fakiri bir ülke konumuna geleceği öngörülüyor. Yapılan araştırmalar, 2070 yılına gelindiğinde Akdeniz Havzası’nın en büyük gölü olan Beyşehir Gölü başta olmak üzere ülkemizin birçok su varlığının yok olacağını gösteriyor. Ülkemiz şimdiden ciddi bir kuraklık tehdidi altındadır. Ülkemizin birçok bölgesinde şiddetli kuraklık yaşanıyor. Küresel ısınmanın 1,5 derecede sınırlanmaması durumunda, 2050 yılına gelindiğinde tarımsal ürünlerin verimliliği yüzde 45 oranında azalacak. Küresel gıda ihtiyacının yüzde 35-56 oranında artacağı göz önünde bulundurulduğunda, toprak varlığımızı korumanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Ancak ülkemiz karasal alanının yaklaşık 3/4’ü orta ve yüksek şiddette çölleşme riski altında. Çölleşmenin en önemli sebeplerinden biri de erozyon. İklim kriziyle artan şiddetli yağışlarsa erozyonu artırarak topraklarımızı yok ediyor. Ülkemizde her yıl 642 milyon ton toprak erozyona uğruyor. Bu da en az 500 yıl gibi bir zamanda oluşan 1 cm’lik verimli üst toprağın 16 yıl gibi kısa bir sürede kaybedilmesi anlamına gelmektedir. İklim kriziyle mücadele için toprağı korumalıyız. Toprak; atmosferden karbonu alan bitkilerin yaşam alanı olmasının yanı sıra en büyük karbon deposudur. Bu nedenle iklim krizinin etkilerini azaltan çözümlerin odağında toprağın korunması yer alıyor. İklim kriziyle mücadele için toprağı korumak hepimizin görevidir. Sera gazı salımının 2030 yılına kadar en az yüzde 35 oranında azaltılması, kömür başta olmak üzere fosil yakıt kullanımına son verilmesi ve toprak varlığımızın korunarak çölleşme ile mücadele edilmesi konusundaki çağrımızı yineliyoruz. Karar vericilere bir kez daha bu çağrımıza kulak vermeleri için sesleniyoruz. Türkiye çöl olmasın” dedi. Basın açıklaması sonrası topluluk Uğur Mumcu Meydanı’ndan harekete geçti. Aşıklar Caddesi boyunca yürüyen topluluk başlangıç noktası Uğur Mumcu Meydanına geldi. Etkinlik burada son buldu.

Karaman’da salçalık domates ve biber hasadı başladı Haber

Karaman’da salçalık domates ve biber hasadı başladı

Karaman’da ekimi her yıl artan salçalık domates ve biberin hasadı başladı. Karaman Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Bayram, Karaman’da sebze ve meyve üretiminin her yıl arttığını, ancak çiftçinin tek sorununu su olduğunu söyledi. Bayram, Kazımkarabekir ilçesi Çiftlikler mevkisinde çiftçi Abdullah Küçük tarafından ekilen ve hasadına başlanan salçalık domates ve kapya biber tarlasında incelemelerde bulundu. “Karaman Ovasında üretmekle ilgili sorun yok, tek sorun su” Ziraat Odası Başkanı Mehmet Bayram, özellikle dünyada ve Türkiye’de pandemiden sonra gıdanın ne kadar kıymetli olduğunun bir kez daha ortaya çıktığını belirterek, “Bu anlamda Karaman’da da sebze üretimi artmaya başladı. Şu anda 400 dekar alanda domates ve kapya biber ekili arazide incelemelerde bulunuyoruz. Üreticilerimiz ürettikleri üründen ve aldıkları tonajdan oldukça memnun. Ama ister istemez Türkiye’nin bir gerçeği olan ekonomik gelişmelerden dolayı fiyat dengesizliği var. Şu anda bu üreticimiz iki ürün ekmiş, biberden memnun olduğunu, domatesten ise zarar ettiğini söylüyor“ dedi. Buraya sadece üretim olarak bakmaması gerektiğini de belirten Bayram, “Çünkü üreticimiz her yıl 4 milyon lira gibi ciddi bir istihdam sağlıyor. Bu tür üretimlerin Karaman’da artması bizleri haliyle memnun ediyor. Son yıllarda Karaman geneline baktığımızda 2 bin dekar alan üzerinde domates, bin dekar alanda da biber ekimi var. Bu da her geçen yıl artıyor. Karaman’da üretilen domates ve biberler kendi iç pazarının dışında İzmir ve Ankara başta olmak üzere birçok şehre gitmektedir. Kalite olduğunda satmakla ilgili bir sorun yaşanmıyor. Karaman Ovasında üretmekle ilgili hiçbir sorun yok. Tek sorunumuz su. Bölgemizin suya ihtiyacının olduğunu her zaman ve her yerde dile getiriyoruz. Biran önce suyla ilgili devam eden projelerin hayata geçirilmesini istiyoruz“ diye konuştu. Üretici Abdullah Küçük ise, yaklaşık 400 dekar alana salçalık domates ve biber ektiğini ifade ederek, “Buradan tonaj olarak 4 bin tona yakın bir ürün bekliyorum. Şu anda domatesin kilosunu 4 liradan veriyoruz. Ama bu fiyat bizleri tatmin etmiyor. Bizim tek sorunumuz su. Su olsaydı bu ürünü biraz daha fazla alabilirdik. Onun için biran önce bölgemizdeki su probleminin giderilmesini istiyoruz” dedi.

Uzmanlardan gıda ve temiz su kıtlığı uyarısı Haber

Uzmanlardan gıda ve temiz su kıtlığı uyarısı

İklim krizi ve atık yönetimine dikkat çekilen seminerde, gıda ve temiz su kıtlığı uyarısı yapılarak, çözüm önerileri hakkında bilgiler verildi. Antalya Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nden Çevre Mühendisi Dr. Nilgün Akbulut Çoban, Alanya Üniversitesi’nde “İklim Değişikliği ve Sıfır Atık” konulu seminer düzenledi. Küresel ısınma ve iklim krizinin zararlarına dikkat çeken Çoban, Türkiye’nin iklim krizine karşı gerçekleştirdiği çalışmalar hakkında da bilgiler aktardı. Küresel ısınma sorununun çok büyük bir sorun olduğuna vurgu yapan Dr. Çoban, "Biz şu an seçimimizi yapmalıyız. Küresel sorun uzakta değil, yakınımıza kadar gelmiş durumda. Biz kendi türümüzle birlikte bu dünyadaki, bu ekosistemdeki hiçbir türün yok olmasına izin vermemeliyiz. Buradaki ana tema, ’ben tek kişiyim hiçbir şey yapamam’ diyerek bu kendimizi bu işten alıkoymamalıyız. Kendi türümüzle birlikte diğer türleri yok etmemeyi tercih etmeliyiz. Artık iklim değişikliğinin etkilerini uzakta değil, hemen mahallemizde yaşanan sel felaketinde görüyoruz. Ülkemizde pek çok felaketler oluyor. Alanya’da da oldu. Hortumlar yaşanıyor, Kumluca’da çok yeni sel felaketi yaşadık. Bu yaşadığımız afetlerin önüne geçmek gerekiyor. Biz hep ’küresel ısınma’ diyoruz ama kavramlar bunun ötesine geçti. Bugüne kadar ’iklim değişikliği’ olarak adlandırılan durum, ’iklim krizi’ olarak adlandırılmaya başlandı” ifadelerini kullandı. "Enerji ve tarım sektörü küresel ısınmayı tetikliyor" Küresel ısınmanın neden oluştuğuna ilişkin teknik bilgiler aktaran Dr. Nilgün Akbulut Çoban, kentleşme ile birlikte atmosfere salınan sera gazlarının arttığına dikkat çekti. Atmosferdeki sera gazlarının küresel ısınmayı tetiklediğini dile getiren Dr. Çoban, "Güneşten yerküreye inen ışınların bir kısmının tekrar uzaya yansıması gerekiyor. Ama kentleşme ile birlikte atmosferin etrafını saran gazlardan dolayı yerküreden uzaya belli bir ışın yansıması gerçekleştirilemiyor. Bu durum da küresel ısınmayı beraberinde getiriyor. ‘Dünyamızın etrafını saran, sera etkisi oluşturan gazlar neler’ diye sorduğumuzda, ilk başta karbondioksit geliyor. ‘Ülkemizin sera gazı envanteri nedir, iklimlerin dengesini bozan kirleticilerin oranı nedir’ diye baktığımızda, Türkiye İstatistik Kurumu’na göre birinci bileşenin yüzde 70 oranla karbondioksit olduğunu görüyoruz. Bu karbondioksit salınımlarının yüzde 70’inin enerji sektöründen kaynaklandığını görüyoruz. Tarım sektöründen kaynaklanan sera gazı salınımı ise ikinci sırada yer alıyor. Atıkların yönetiminin de sera gazlarının oluşumunda etkili olduğunu görüyoruz. Ülkemizde sera gazlarının durumuna baktığımızda, kentleşme ve sanayileşme ile birlikte atmosfere verdiğimiz emisyonlar devam ediyor. Kişi başı ürettiğimiz sera gazı emisyonları artıyor” diye konuştu. “İklim değişikliği eylem planında Antalya öncü kentlerden” Çevre Mühendisi Dr. Nilgün Akbulut Çoban, tarım ve atık sektöründe sürdürülebilir yaklaşımların olması gerektiğine dikkat çekti. Antalya’nın bu konuda çok çaba gösterdiğine dikkat çeken Çoban, Antalya’nın bu konuda öncü kentlerden biri olduğunu anlattı. "İlimiz Antalya, Türkiye’deki birçok ile göre sürdürülebilir enerji ve iklim değişikliği eylem hazırlama konusunda öncü kentlerden. Sürdürülebilir İklim Değişikliği Eylem Planı ilk olarak 2012 yılında Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından hazırlanmış ve en günceli 2022 yılı sonunda yapılmış durumda” ifadelerini kullanan Dr. Nilgün Akbulut Çoban, konuşmasına şöyle devam etti: “Kentimizde sera etkisi oluşturan gazlarda en fazla etkinin bina sektörü olduğunu görüyoruz. Binaların ısıtılması, soğultulması ve aydınlatılması gibi alt faktörler var. İkinci sırada ulaşım, bunu atıkların yönetimi takip ediyor. Atık yönetiminde iklim değişikliğine sebep olan katı atık bertarafının iklim değişikliğine yüzde 70 oranda olumsuz etkisini görüyoruz. Dolayısıyla ürettiğimiz bu atıkların akıllı bir şekilde sürdürülebilir yaklaşımlarla kontrol edilmesi gerekiyor ki iklim krizi ile mücadele edebilelim. İlk etapta çevre problemi olarak görülen durum, şu anda çevre probleminin ötesine gitti.” "Gıda ve temiz su kıtlığı yaşanabilir” Muhtemel bir iklim değişikliğinden dolayı Akdeniz havzasının olumsuz etkileneceğini söyleyen Çevre Mühendisi Dr. Nilgün Akbulut Çoban, tarım ve turizm sektöründe yaşanabilecek su krizine dikkat çekti. Dr. Çoban, "Akdeniz havzası, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölge. Bulunduğumuz kent de maalesef etkilerden en fazla etkilenecek illerden. Özellikle bir çeşitlilik bağlamında, biyoçeşitlilik bağlamında Adana’dan sonra en fazla endemik türün olduğu kentte yaşıyoruz. Attığımız adımlar, verdiğimiz kararların yönetimi sağlayacak şekilde olması gerekiyor. Sıcak bir kentte yaşıyoruz. Dolayısıyla kuraklık ve orman yangınları gibi sorunlara yol açabilecek bir durumdayız. Tarım, turizm iklim değişikliğinden olumsuz etkilenecek. Gıda ve temiz su kıtlığı kenti etkileyebilir. İklim değişikliği ile ilgili ilk adımlar, 1972 yılında Stockholm Konferansı ile başladı. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi bu anlamda kilit rol oynuyor. Biz de ilk defa 2004 yılında BM İklim Değişikliği Protokolü’ne dahil olduk. 2009 yılında da Kyoto Protokolü’ne dahil olduk. İklim değişikliği ile ilgili adımlarımızda 2021 yılında Paris İklim Anlaşması’na dahil olduk. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız yeni pozisyonunu almış oldu. Uluslararası sözleşmelerde ülkemizin ayrı bir yeri var. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre yapılan politika ve finansmanlardan ülkemizin BM ayrıcalıklı durumumuz var. AB, 2030 yılına kadar karbon salınımını azaltmayı planlıyor. 2050 yılına geldiğinde sıfır karbon dönemine geçmeyi vadediyor. Kendi üye devletlerine ithalat ve ihracatta sınır ve düzenlemeler gelecek. AB ile ithalat ve ihracat olan bir ülkedeyiz. Buna göre çalışmalarımız devam ediyor. AB Yeşil Mutabakat Eylem Planı hazırlandıktan sonra bakanlığımızda hazırlanan mutabakata uyumlu mutabakatlar hazırlandı” ifadelerini kullandı. "2050 yılında dünya bize yetmeyecek" Dr. Nilgün Akbulut Çoban, kişi başı üretilen atık miktarları hakkında bilgiler aktardı. Atıkları yönetmenin çok önemli olduğunu söyleyen Çoban, “Atıkları yönetmek çok önemli. Kişi başı üretim miktarı arıtıyor. Bu tüketim alışkanlığı ile devam edersek maalesef 2050 yılına geldiğinde bu dünyamız bize yetmemeye başlayacak. İki tane daha böyle bir dünyaya ihtiyacımız olacak. Çok tüketeceğiz. Maalesef çok fazla tüketim demek, çok fazla atık çok fazla emisyon demek. Bu da tüm dengelerin bozulması demektir. BM İnsani Gelişmiş İndeks Raporu’na göre; insanoğlu dünyaya geldiğinden beri ilk kez, dünyadaki tüm canlıların toplam ağırlığından fazla atık üretmeye başladı. Bu da gezegenimizde baskıya neden olmaya başladı. Bizim ülkemiz bu konuda gelişmeye devam eden bir ülke. OECD ülkeleri arasında hem ekonomik gelişim hem de sera gazı emisyonu en fazla artan ülkelerden bir tanesi. Ülkemizde atıklar her geçen gün artıyor. Bu tüketim alışkanlıklarıyla gidersek kentler için ayrılan düzenli atık depolama sahaları daha hızlı bir şekilde yaşam ömrünü tamamlayacak. O yetmediği için yeni düzenli depolama sahası açmak zorunda kalacağız. Bu da yeni bir ormanın, yeşil alanın yok olması demek. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Bunu da atıkların geri dönüşümünü sağlıklı yaparak gerçekleştirebiliriz” dedi.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.